Türkiye’nin tarikat gerçeği, dönem dönem farklı isimlerle karşımıza çıkar. Dün FETÖ vardı, bugün ise Menzil konuşuluyor. Adıyaman’ın küçük bir köyünde başlayan bu yolculuk, bugün milyonların takip ettiği, milyarlarca liralık ekonomik hacme sahip, siyasetin en kritik damarlarına nüfuz eden bir yapıya dönüştü.

Menzil, sadece bir tarikat değil; bir ekonomik ekosistem, bir kadrolaşma ağı ve bir siyasi aparat. İnsanların inanç arayışı üzerine inşa edilen bu sistem, zamanla otobüslerinden hastanelerine, çorbahanelerinden televizyon kanallarına kadar dev bir ticari düzene dönüştü.

Sağlık Bakanlığı’ndaki kadrolaşma iddiaları, Kızılay üzerinden yürütülen bağış skandalları, devlet ihalelerine uzanan bağlantılar… Bunların hepsi, Menzil’in nasıl yalnızca “manevi bir cemaat” olmadığını açıkça gösteriyor.

Peki bu tablo bize ne anlatıyor?

Geçmişte FETÖ’nün devlet içinde kurduğu düzenin bedelini ağır ödedik. Bugün benzer bir sürecin Menzil etrafında yeniden şekillendiğini görmek, “tarih tekerrür mü ediyor?” sorusunu akıllara getiriyor. Elbette hiçbir yapı birebir aynı değildir. Ancak devletin omurgasına yerleşen her cemaat, bir süre sonra dinî kimliğini aşar ve güç odağına dönüşür.

Türkiye’nin ihtiyacı tarikatların devletin kılcal damarlarında örgütlenmesi değil; şeffaf, liyakate dayalı, eşit bir düzenin kurulmasıdır. İnsanların inanç özgürlüğüne saygı duymak başka şeydir, bir tarikatın devleti adım adım kuşatmasına sessiz kalmak bambaşka.

Bugün Menzil’in köyden çıkıp Türkiye’nin dört bir yanına yayılan hikâyesi, aslında hepimize bir ders niteliği taşıyor. Sorulması gereken asıl soru şu: Bu kez gerçekten ibret alınacak mı, yoksa yarın çok daha ağır bedeller mi ödeyeceğiz?